BENİ İZLEMEYE DEVAM EDİN DOSTLAR..

Followers

29 Temmuz 2012 Pazar

black venüs filmi

hazır filmlerden bahsetmişken ...
ben kolay kolay her filmi sevmem aslında gerçek hayatta yaşanmış filmler bana daha etkili gelir.
kesinlikle kalkıp gidemem illaki bitmesi lazım.
bi film daha SiYAH VENÜS..

zamanında sömürge ile köle yapılan zencilerin düştüğü durumlar ve bir kadının acı hayat hikayesi,
ırkçılık ve faşizmi anlatıyor.Güney Afrikalı bir köle olan Saartjie Baartman’ın gerçek hikâyesinden esinleniyor. Baartman, tuhaf fiziksel görünüşünden dolayı 19. yüzyılda Avrupa’ya getirilir.pariste bir sirkte kafes içinde  yabani afrikalı olarak sergilenir.
 Hayatı inanılmaz bir zulüm içinde geçiyor olsa da, “Hottentot Venüsü” olarak bir ikon haline gelir, direnip dimdik ayakta kalır. aslında o hottentot ırkından ırka ait büütün özellikleri taşıdığı için bilim adamları tarafından incelenmek istenir. özelliklede cinsel organı normal kadınlar farklı olduğu için resmini çizmek isterler fakat o bunu göstermek istemez.
fakat öldükten sonra kadavra olarak vücudu incelenir hatta cinsel organı kavanoza konur.
vücudununda heykeli yapılır, vücuduyla anatomik bir inceleme  yapılmış.
gerçek yaşanmış bir hikayedir.
filmde oyuncunun o muhteşem dansı inanılmazdı.gerçekten çok güzel oynamış.


Sarah Baartman (1789-1815)
Sarah’nın Öyküsü
Sarah Baartman’ın yaşam öyküsü ile karşılaştığımda (ilk okumalarım sonrasında) yukarıda sözünü ettiğim aşk öyküsünü hatırladım. İster istemez, zihnimde; bir roman karakteri olan Jennifer ile trajik, kısa bir ömür yaşayabilmiş olan gerçek Sarah Baartman’ın hikâyelerini karşılaştırıverdim.
Sarah Baartman, (kesin olarak bilinememekle birlikte) 1789 yılında Güney Afrika’da, Doğu Burnu’nda (East Cape) Gamtoos Nehri kıyısında doğdu. Ailesi, Khoisan halkından Grigua Kabilesi mensubuydu. Khoisan halkı, Güney Afrika’nın yerli topluluklarından birisidir. 20 yaşında ailesinin, daha sonra taşındığı bir kulübede yaşamaktaydı. Sarah, bir komando baskını sırasında yetim kaldı ve bölgedeki Hollandalı çiftçiler tarafından köle yapıldı. Afrika’da kısa isim kullanma alışkanlığı nedeniyle Saatrjie (Küçük Sarah) ismiyle bilindi. Gerçek soy ismini öğrenmek hiçbir zaman mümkün olmadı.
Sarah, bir kadın olarak Batı ülkelerinde yaşayan kendi hemcinslerinden farklı özelliklere ve cinsel görünüme sahipti. Daha ilk bakışta çok büyük kalçaları ve farklı cinsel organ yapısı ile beyazların ilgisini çekmişti. Köle olan Sarah’ın “sahibinin” erkek kardeşi, siyah kadının bu özelliklerinden yararlanmak istedi. Kendisini İngiltere’ye götürmeye ikna etti. İddiasına göre; Sarah, bu “ilginç” fiziksel yapısı ile Avrupa’da çok zengin olabilirdi. 1810 yılında Bölge Valisi Lord Caledon’dan alınan özel izinle (William Dunlop’un doktorluk yaptığı gemiyle) İngiltere’ye doğru yola çıkarken, bu ülkede ve yaşamının sonraki yıllarında başına neler geleceğinin farkında bile değildi.
Artık sonun başlangıcındaydı. Paris, Sarah’ın soylu duruşuna zarar erdi. Yalnızlık ve vatan hasretinin dayanılmaz acıları ve baskı altında zorlandığı yaşantının utancı ile aşırı miktarda içki kullanmaya başladı. Yaşayabilmek için para karşılığı fahişelik yapmak zorunda kaldı.
Sarah Baartman, 29 Aralık 1815’te (25 ya da 26 yaşında) öldü. Ölüm nedeninin ateşli bir hastalık olduğu anlaşılıyor. Hastalık konusunda kesin bir isimlendirme yok; çiçek hastalığı, frengi veya zatürree olduğunu iddia edenler var.
Ölümünden sonra (1816’da) Fransız doğa bilimci ve anatomi uzmanı Henri Marie Ducrotay de Blainville tarafından otopsi yapıldı. Otopsi sonuçları, 1816’da de Bainville ve daha sonra 1817’de “Doğa Tarihi Müzesi Anıları” içinde Fransız doğa bilimci Georges Cuvier tarafından yayınlandı. Cuvier, anılarında Sarah’ın zeki bir kadın olduğunu, dikkat çekici bir belleğe sahip olduğunu ve yeterli akıcılıkta Felemenkçe konuştuğunu yazıyor.
Sarah’ın iskeleti, (otopside çıkarılan) cinsel organları ve beyni, 1974 yılına kadar Paris’te İnsanlık Müzesi’nde sergilendi. Daha sonra sergilemeden kaldırıldı ve gözden ırak bir depoda unutuldu. Balmumundan üretilen modelini ise iki yıl kadar daha sergilenmeye devam etti.




temple Grandin ve filmi..

dün gece hiç ara vermeden bu filmi izledim digiturk te yayındaydı..
çok sevdim onun fikirlerine anlayışına aklına ve azmine hayran kaldım doğrusu..
otizmli olmasına rağmen o mücadelesi çok güzeldi.
hiç otizm hakkında bilgim fazla yoktu gerçekten zor birşeymiş
allah otist çocuklara ve ailelerine sabır versin dedim hep içimden izlerken..

otizm çocukları aslında çok farklıymış bunu da öğretti bize..
Filmde Temple Grandin’i canlandıran Claire Danes, ne kadar başarılı bir oyuncu olduğunu kanıtlıyor. İzlediğinizde, siz de aldığı Golden Globe’u sonuna kadar hak ettiğine karar vereceksiniz.
temple grandin vikipediden hayatını okuyabilirsiniz. ve mutlaka filmini izleyin.
lakabıda ''inek gibi düşünen kadın''
hayvanlaın dilinden anlayan bir melek bence...

 o bir otistik. 2 yaşında “Beyninde hasar var” dendi; 3 yaşında ona otizm teşhisi kondu. Doktoru Temple’ı otizm konusunda uzman eğitim veren bir okul yerine, konuşma terapisi veren yaşıtlarının gittiği bir yuvaya yönlendirdi. Temple 4 yaşında konuşmaya başladı. Ailesi sonra da onun “farklı” eğitim görmesini istemedi. Temple, onu hem hasta, hem de özel kılan özellikleri nedeniyle kendisiyle dalga geçen insanlarla okudu ortaokul ve liseyi. Yazlarını teyzesinin çiftliğinde geçiren Temple, büyükbaş hayvanlarla hep yakından ilgili oldu. Onun görsel zekâsı, farklı özellikleri ve hayvanlara ilgisini gören lisedeki fen bilgisi öğretmeni sayesinde yeteneklerinin üzerine gitti.
Teyzesinin çiftliğinde aşı yapılacak sığırları sakinleştirmek için “sıkıştırma makinesi kullanıldığını” gören Temple Grandin, 18 yaşında, otistikler için sakinleştirici, onları güvende hissettiren “sarılma makinesini”  etti. İnsanlarla zor da iletişim kursa psikoloji ve hayvan davranışları üzerine master ve doktora da yaptı. 80’lerde otizm hakkında konuşmalar yapmaya başladı. Otistik çocukların aileleri ilk kez “bu kadar içeriden bilgilere sahip oluyor”, çocuklarının neyi niye yaptığını anlamaya başlıyorlardı. Temple, diğer taraftan gelen sesti. 1995’te yayınlanan “Mars’taki Antropolog” adlı bir kitabı ve bu vesileyle onunla ilgilenen Time, People, Forbes gibi dergiler, New York Times gibi gazeteler sayesinde hikâyesi milyonlarca kişi tarafından öğrenildi

Temple Grandin tam bir mühendis, bilim adamı. Yaşamı boyunca sürekli bir şeyler icat ediyor. Bunlardan biri de sarılma makinesi . İnsanların ona sarılması çok fazla uyarıcı olduğu için buna dayanamıyormuş ya da sesler çok fazla uyarıcı olabiliyormuş, böyle durumlarda panik atak veya sinir krizi geçirebiliyormuş. Hayvanların bu tur durumlarda vücutlarının sıkıştırıldığı bir makineye konduğunu görmüş. Ayni sıkıştırma makinesine kendisi de girmiş ve çok sakinleştiğini gözlemlemiş orada. Ve benzer bir makine icat etmiş. Simdi bu makine çoğu otistik çocuk üzerinde kullanılıyormuş.
Kaynak:www.muratdincer.com

23 Temmuz 2012 Pazartesi

patlıcanlı makarna


makarnayı severdim yapardım ama ben bilmiyormuşum öğrendim... ne güzel soslar varmış meğer

Geçen ay home tv de çok güzel patlıcanlı makarna tarifi gördüm arkadaşımla hemen yaptık...
 çok farklı çok güzel oldu eşim hiç makarna sevmezdi ona bayıldı ...
2 patlıcan kabukları soy küpküp  doğrayalım  tavada zeytinyağı ile sotele
ayrı yerde makarnayı haşlatmaya başla bol tuzla...
patlıcana tuz ve kekik ekleyelim birazdaha yağ
2 domatesi kabuklu yarım ay keselim patlıcana ekleyelm kabuksuzda olabilir..
sonra makarnanın suyundan 1 kepçe ekle pişmeye devam
makarna hızlı süzülür hiç bir işlem yapmadan patlıcanlara katılır.biraz suluca olur makarna..
bu kadar
denemenizi isterim...
tarif kime ait bilmiyorum arada home tv de yüzü görünmeyen bir aşçı yapmıştı bunu...
resim şuan hazırda yok yapınca koyarımm..
kutu makarnalar tercihimdir poşettekilerden daha lezzetli oluyorlar....

29 Temmuz 2012 Pazar

black venüs filmi

hazır filmlerden bahsetmişken ...
ben kolay kolay her filmi sevmem aslında gerçek hayatta yaşanmış filmler bana daha etkili gelir.
kesinlikle kalkıp gidemem illaki bitmesi lazım.
bi film daha SiYAH VENÜS..

zamanında sömürge ile köle yapılan zencilerin düştüğü durumlar ve bir kadının acı hayat hikayesi,
ırkçılık ve faşizmi anlatıyor.Güney Afrikalı bir köle olan Saartjie Baartman’ın gerçek hikâyesinden esinleniyor. Baartman, tuhaf fiziksel görünüşünden dolayı 19. yüzyılda Avrupa’ya getirilir.pariste bir sirkte kafes içinde  yabani afrikalı olarak sergilenir.
 Hayatı inanılmaz bir zulüm içinde geçiyor olsa da, “Hottentot Venüsü” olarak bir ikon haline gelir, direnip dimdik ayakta kalır. aslında o hottentot ırkından ırka ait büütün özellikleri taşıdığı için bilim adamları tarafından incelenmek istenir. özelliklede cinsel organı normal kadınlar farklı olduğu için resmini çizmek isterler fakat o bunu göstermek istemez.
fakat öldükten sonra kadavra olarak vücudu incelenir hatta cinsel organı kavanoza konur.
vücudununda heykeli yapılır, vücuduyla anatomik bir inceleme  yapılmış.
gerçek yaşanmış bir hikayedir.
filmde oyuncunun o muhteşem dansı inanılmazdı.gerçekten çok güzel oynamış.


Sarah Baartman (1789-1815)
Sarah’nın Öyküsü
Sarah Baartman’ın yaşam öyküsü ile karşılaştığımda (ilk okumalarım sonrasında) yukarıda sözünü ettiğim aşk öyküsünü hatırladım. İster istemez, zihnimde; bir roman karakteri olan Jennifer ile trajik, kısa bir ömür yaşayabilmiş olan gerçek Sarah Baartman’ın hikâyelerini karşılaştırıverdim.
Sarah Baartman, (kesin olarak bilinememekle birlikte) 1789 yılında Güney Afrika’da, Doğu Burnu’nda (East Cape) Gamtoos Nehri kıyısında doğdu. Ailesi, Khoisan halkından Grigua Kabilesi mensubuydu. Khoisan halkı, Güney Afrika’nın yerli topluluklarından birisidir. 20 yaşında ailesinin, daha sonra taşındığı bir kulübede yaşamaktaydı. Sarah, bir komando baskını sırasında yetim kaldı ve bölgedeki Hollandalı çiftçiler tarafından köle yapıldı. Afrika’da kısa isim kullanma alışkanlığı nedeniyle Saatrjie (Küçük Sarah) ismiyle bilindi. Gerçek soy ismini öğrenmek hiçbir zaman mümkün olmadı.
Sarah, bir kadın olarak Batı ülkelerinde yaşayan kendi hemcinslerinden farklı özelliklere ve cinsel görünüme sahipti. Daha ilk bakışta çok büyük kalçaları ve farklı cinsel organ yapısı ile beyazların ilgisini çekmişti. Köle olan Sarah’ın “sahibinin” erkek kardeşi, siyah kadının bu özelliklerinden yararlanmak istedi. Kendisini İngiltere’ye götürmeye ikna etti. İddiasına göre; Sarah, bu “ilginç” fiziksel yapısı ile Avrupa’da çok zengin olabilirdi. 1810 yılında Bölge Valisi Lord Caledon’dan alınan özel izinle (William Dunlop’un doktorluk yaptığı gemiyle) İngiltere’ye doğru yola çıkarken, bu ülkede ve yaşamının sonraki yıllarında başına neler geleceğinin farkında bile değildi.
Artık sonun başlangıcındaydı. Paris, Sarah’ın soylu duruşuna zarar erdi. Yalnızlık ve vatan hasretinin dayanılmaz acıları ve baskı altında zorlandığı yaşantının utancı ile aşırı miktarda içki kullanmaya başladı. Yaşayabilmek için para karşılığı fahişelik yapmak zorunda kaldı.
Sarah Baartman, 29 Aralık 1815’te (25 ya da 26 yaşında) öldü. Ölüm nedeninin ateşli bir hastalık olduğu anlaşılıyor. Hastalık konusunda kesin bir isimlendirme yok; çiçek hastalığı, frengi veya zatürree olduğunu iddia edenler var.
Ölümünden sonra (1816’da) Fransız doğa bilimci ve anatomi uzmanı Henri Marie Ducrotay de Blainville tarafından otopsi yapıldı. Otopsi sonuçları, 1816’da de Bainville ve daha sonra 1817’de “Doğa Tarihi Müzesi Anıları” içinde Fransız doğa bilimci Georges Cuvier tarafından yayınlandı. Cuvier, anılarında Sarah’ın zeki bir kadın olduğunu, dikkat çekici bir belleğe sahip olduğunu ve yeterli akıcılıkta Felemenkçe konuştuğunu yazıyor.
Sarah’ın iskeleti, (otopside çıkarılan) cinsel organları ve beyni, 1974 yılına kadar Paris’te İnsanlık Müzesi’nde sergilendi. Daha sonra sergilemeden kaldırıldı ve gözden ırak bir depoda unutuldu. Balmumundan üretilen modelini ise iki yıl kadar daha sergilenmeye devam etti.




temple Grandin ve filmi..

dün gece hiç ara vermeden bu filmi izledim digiturk te yayındaydı..
çok sevdim onun fikirlerine anlayışına aklına ve azmine hayran kaldım doğrusu..
otizmli olmasına rağmen o mücadelesi çok güzeldi.
hiç otizm hakkında bilgim fazla yoktu gerçekten zor birşeymiş
allah otist çocuklara ve ailelerine sabır versin dedim hep içimden izlerken..

otizm çocukları aslında çok farklıymış bunu da öğretti bize..
Filmde Temple Grandin’i canlandıran Claire Danes, ne kadar başarılı bir oyuncu olduğunu kanıtlıyor. İzlediğinizde, siz de aldığı Golden Globe’u sonuna kadar hak ettiğine karar vereceksiniz.
temple grandin vikipediden hayatını okuyabilirsiniz. ve mutlaka filmini izleyin.
lakabıda ''inek gibi düşünen kadın''
hayvanlaın dilinden anlayan bir melek bence...

 o bir otistik. 2 yaşında “Beyninde hasar var” dendi; 3 yaşında ona otizm teşhisi kondu. Doktoru Temple’ı otizm konusunda uzman eğitim veren bir okul yerine, konuşma terapisi veren yaşıtlarının gittiği bir yuvaya yönlendirdi. Temple 4 yaşında konuşmaya başladı. Ailesi sonra da onun “farklı” eğitim görmesini istemedi. Temple, onu hem hasta, hem de özel kılan özellikleri nedeniyle kendisiyle dalga geçen insanlarla okudu ortaokul ve liseyi. Yazlarını teyzesinin çiftliğinde geçiren Temple, büyükbaş hayvanlarla hep yakından ilgili oldu. Onun görsel zekâsı, farklı özellikleri ve hayvanlara ilgisini gören lisedeki fen bilgisi öğretmeni sayesinde yeteneklerinin üzerine gitti.
Teyzesinin çiftliğinde aşı yapılacak sığırları sakinleştirmek için “sıkıştırma makinesi kullanıldığını” gören Temple Grandin, 18 yaşında, otistikler için sakinleştirici, onları güvende hissettiren “sarılma makinesini”  etti. İnsanlarla zor da iletişim kursa psikoloji ve hayvan davranışları üzerine master ve doktora da yaptı. 80’lerde otizm hakkında konuşmalar yapmaya başladı. Otistik çocukların aileleri ilk kez “bu kadar içeriden bilgilere sahip oluyor”, çocuklarının neyi niye yaptığını anlamaya başlıyorlardı. Temple, diğer taraftan gelen sesti. 1995’te yayınlanan “Mars’taki Antropolog” adlı bir kitabı ve bu vesileyle onunla ilgilenen Time, People, Forbes gibi dergiler, New York Times gibi gazeteler sayesinde hikâyesi milyonlarca kişi tarafından öğrenildi

Temple Grandin tam bir mühendis, bilim adamı. Yaşamı boyunca sürekli bir şeyler icat ediyor. Bunlardan biri de sarılma makinesi . İnsanların ona sarılması çok fazla uyarıcı olduğu için buna dayanamıyormuş ya da sesler çok fazla uyarıcı olabiliyormuş, böyle durumlarda panik atak veya sinir krizi geçirebiliyormuş. Hayvanların bu tur durumlarda vücutlarının sıkıştırıldığı bir makineye konduğunu görmüş. Ayni sıkıştırma makinesine kendisi de girmiş ve çok sakinleştiğini gözlemlemiş orada. Ve benzer bir makine icat etmiş. Simdi bu makine çoğu otistik çocuk üzerinde kullanılıyormuş.
Kaynak:www.muratdincer.com

23 Temmuz 2012 Pazartesi

patlıcanlı makarna


makarnayı severdim yapardım ama ben bilmiyormuşum öğrendim... ne güzel soslar varmış meğer

Geçen ay home tv de çok güzel patlıcanlı makarna tarifi gördüm arkadaşımla hemen yaptık...
 çok farklı çok güzel oldu eşim hiç makarna sevmezdi ona bayıldı ...
2 patlıcan kabukları soy küpküp  doğrayalım  tavada zeytinyağı ile sotele
ayrı yerde makarnayı haşlatmaya başla bol tuzla...
patlıcana tuz ve kekik ekleyelim birazdaha yağ
2 domatesi kabuklu yarım ay keselim patlıcana ekleyelm kabuksuzda olabilir..
sonra makarnanın suyundan 1 kepçe ekle pişmeye devam
makarna hızlı süzülür hiç bir işlem yapmadan patlıcanlara katılır.biraz suluca olur makarna..
bu kadar
denemenizi isterim...
tarif kime ait bilmiyorum arada home tv de yüzü görünmeyen bir aşçı yapmıştı bunu...
resim şuan hazırda yok yapınca koyarımm..
kutu makarnalar tercihimdir poşettekilerden daha lezzetli oluyorlar....